Babamın Radyosu Köln Radyosu

Menekşe Toprak
Ot dergisi, Aralık 2014

Köln Radyosu 50 yasinda

1970’lerin sonları, 80’lerin başları, Almanya! Biz çocuklar hayatı, ev içine kapatılmış anadilin sınırlılığı ile dışarıdaki soğuk Almanca’nın genişliği arasında yeni yeni öğrenirken ebeveynlerimiz vatan dedikleri, memleket diye yandıkları yere, dile, anılarına tutunmuş, her akşam yarım saatlik Türkçe radyo programını bekliyorlardı. Babam, akşama doğru gözü kol ve duvar saatinde, altı buçuğu beklerdi. Biz çocuklar – ablam, kardeşim ve ben – bilirdik ki susma vakti. Burası Köln radyosu diyen o güzel tok erkek sesi daha söze başlamadan babamın ayinine katılma zamanı. Yemek yenmezdi o yarım saat içinde, ayakta durulmaz, gölge edilmez, yürünmez, ahşap zemin gıcırdatılmaz, kapıların menteşeleri inletilmez, nefes alınmaz, kısaca mutlak hareketsizlik ve sessizlik hükmederdi eve.

Almanya’ya ilk işçi kafilesinden ancak on yıl sonra, ben henüz bebekken gitmiş olan babam bir yurt odasını paylaştığı işçi arkadaşları üzerinden keşfetmişti radyoyu. Erkek yurdu ile fabrika arasında geçen birkaç yıllık bekâr yaşamı için “zordu” diye söz ederdi. Çocukluğumuzda kendisi de zor bir adamdı. Öfkeliydi. Göçü sevmemişti. Almanya’nın huyuna suyuna öyle kolay alışamamıştı. Çocuklarını, karısını, köyünü, kasabasını özlemişti o yurtta. Bu sözlerle dile getirmezdi babam ama o radyoya tutunma biçimi ve daha pek çok şey onun erkek dilsizliğini çözmeye yetiyordu. Ecevitçi babam o bekâr yurdunda arkadaşlarıyla Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan’ın ve anne babasını memleketten tanıdığı Hüseyin İnan’ın idam edilişine yanmış; İstanbul’da Boğaz Köprüsü’nün hizmete açılmasına sevinmiş, Karaoğlan’ın Erbakan’la koalisyon kurmuş olmasına kızmıştı. Memleketinin nefesini, tınısını, türkülerini kendisine taşıyan spikerleri tek tek adlarıyla öğrenmişti bu yüzden.

Önce annemi, sonra peyderpey çocuklarını yanına aldıkça geçmiş miydi babamın özlemleri? Bekâr yurdundan ayrılıp kendi evine yerleştiğinde, vatanının sesini radyo üzerinden dinlemeye devam etti babam, çocuklarını da buna ortak ederek. Kuşkusuz artık günlük Hürriyet gazetesi, çok sonraları ise haftalık Cumhuriyet gazetesi girmeye başlamıştı Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin yaşamlarına; ama radyodaki ses başka bir şeydi. Ses bir dildi, nefes alıp veriyordu. Sözün arasına konan bir türkü memleketinin kır kokularını, kavak ağaçlarının hışırtılarını, gençliğini ve çocukluğunu da getiriyordu babama. Ama sadece bu da değildi: Derdini Almanca’da ancak pat küt anlatabilen babam için Türkçe radyo, dünyaya açılma ve onu bilme aracıydı aynı zamanda.

Biz çocuklarsa bu ortamdan ölesiye sıkılıyorduk. Çoğu zaman oturma odasının masasında, önümüzde okul defterleri, birbirimize kaş göz ederek sıkıntıdan kurtulmaya çalışıyor, her gün yeni bir suikastı, Maraş katliamını, Abdi İpekçi’nin öldürülüşünü, 1980 darbesini, Türk aydınlarının Almanya’da bu darbeye karşı okudukları bildiriyi, Yılmaz Güney’in ölüm haberini tok sesli spikerlerin seslerinden dinliyorduk.(Bunlar arasında hafızama kazınmış tek haber Yılmaz Güney’in ölümü ve bu haberin evimize getirdiği yas havasıydı. Hatırladığım başka bir şeyse, radyoda Ajda Pekkan ya da Sezen Aksu gibi şarkıcılara yer verildiğinde, sessizliği bozmaya meyleden babama “Baba ya!” diye çıkışarak bu kez de bizim onu nasıl susturduğumuzdu.)

Babam yarım saatlik bu Türkçe yayının başında yıllarca üzüldü, şaşırdı, kızdı, küfretti, arada bir Türk Danış adı verilen Almanya’daki göçmenlere yönelik danışma programlarındaki çeşit çeşit sorunların çözümlerini kendisininkilerle tarttı ve aslında farkına bile varmadan bir hayata yerleşti. Belli bir saate, o saatteki Türkçe radyo yayınına, bir eve, bir mahalleye ve nihayet bir ülkeye yerleşti. Ben on beş yaşımda Ankara’daki üniversiteli ağabeyim ve teyzelerimin yanına gidene değin akşamlarımız hep böyle geçti. Babamın ve iki nesil Almanyalı göçmenin Köln Radyosu başındaki bu ayini ise uydu antenleri çatılar ve balkonlara kurulup da Türk televizyonları evlere girene kadar devam etti. On binlerce insan babam gibi bu radyonun başında yaş aldı, on binlerce çocuk benim gibi çıt çıkarmadan onun başında büyüdü.

bir dinleyici mektubu

Kasım 1964’te sendikaların bastırması sonucunda WDR radyo ve televizyon (kamu) kurumunda yayına başlayan, Türkiyeli göçmenlerin nasılsa memleketlerine bir gün geri döneceklerine inanıldığı için her an kapatılabilir gözüyle bakılmış olan Köln Radyosu bugün elli yaşında. Dinleyicileri Almanya’ya yerleştikçe o da yerleşti. Ama tıpkı o dinleyiciler gibi hep dikenli bir zeminin üzerinde durarak. An geldi “bu Türkler Almanca öğrensin, ana dilleri uyum sağlamalarına engel”, an geldi “paramız yok, dinleyicisi az, kapatalım şunu” dendi. O ise göçmen dernekleriyle, çalışanlarıyla direne direne bugüne geldi. Bugün benim de serbest gazeteci olarak çalıştığım bu radyoda çocukluğumun spikerleri emekli olup yaşlandı, yerini yenileri aldı. O eski spikerler bir zamanlar emir kipinde konuşurlarken yenileri dünyanın dört bir yanındaki gazetecilere, uzmanlara aracılık eden genç ve neşeli moderatörlere dönüştü. Babamın sevdiği türküler daha az çalınır oldu. Yayınları yarım saatti, bir saate çıktı. İnternette, cep telefonlarında dinlenilir oldu. Adını yayın yaptığı şehirden alan, WDR’e bağlı Funkhaus Europa adlı çok kültürlü radyo kanalında Almanca programların yanında İtalyanca, Yunanca, Arapça, Kürtçe gibi 14 yabancı dille birlikte direnmeye devam ediyor.

Ford fabrikasından emekli olduktan sonra annemle birlikte yılın yarısını Almanya’da, yarısını Ankara’da geçirmiş olan,son iki yıldır bütünüyleAlmanya’da yaşayan babamın hayatında Köln Radyosu yok artık.Bir zamanlar memleketinin bitmek bilmez ölüm haberlerine odaklanmıştı ama geçen yıl canlı yayında İstanbul’dan Berkin Elvan’ın cenaze törenini anlatışımı, Berkin’in annesinin sesine ve ağıtlarına yer verdiğim haberlerimi dinlemedi. Öncesinde, Gezi direnişi sırasında biber gazı ortamında bir savaş muhabiri gibi nasıl çalıştığımı da duymadı hatta belki bilmedi bile. Yaşlandı babam. Ağır işitiyor.Yaşama direnen seksen yıllık gövdesinin dertleri, memleketinin dertlerinin yerini aldı. Bir gün göçecek bu dünyadan. Radyo da olmayacak. Ben de olmayacağım. Hayat da böyle bir şey zaten. Bir düş. Babamın deyimiyle: Bugün var, yarın yokuz. Bizden geriye kalan peki? O düşü, o var’ı anlatabilmek. Dinleyeni olursa tabii ki, hikâyeni ciddiye alan çıkarsa.

Happy birthday Köln Radyosu!