Demir Özlü: Valizdeki Mektup

Doğrudan yazarın bireyselliğinin ortaya çıktığı, uluslararası edebiyatın içinde yer alıyor.

                                                                             

          Menekşe Toprak’ın ilk öykü kitabı Valizdeki Mektup (YKY, 2007) çok başarılı ilk kitap. İçinde dokuz öykü var. Kitabın arka kapağına editörün yazdığı not, öykülerin içeriği ile ilgili sağlam bilgiler veriyor. “… kendi anlatı dünyasını kurabilmiş bir yazarı müjdeliyor. Yalnızlık, cinsellik, aşk, kimlik gibi en temel sorunlar çevresinde dönen öyküler, hem samimi, hem ustalıklı, hem yalın, hem zengin.”  Kitaba kuşbakışı bakışta bu yoğun gözleme ekleyecek pek az şey kalıyor geriye. Öyküler duyarlı, insancıl yönsemeler de taşıyor. Ama ben bu küçük tanıtım yazımda içeriksel çözümlemeler yapacak değilim. Tersine, öyküleme tekniği ile ilgili kimi özellikleri belirtmek istiyorum. Öyle sanıyorum ki yazarın bu ilk kitabında ulaştığı teknikler öyküleri olgunlaşmış öyküler yapıyor.
         Yazarın anlatacak şeyleri var, anlatma gücü de. Bu kuşkusuz öykü sanatının vazgeçilemeyecek temel 
özelliklerden biri. Ama Menekşe Toprak’ın öykülerini olgunlaşmış (“kendi anlatı dünyasını kurabilmiş’) yapan teknikler hangileri?
         Öykülerin içinde gerçekten düşe geçişler, ardından gene gerçeğe dönüşler, kimi öykülerin içine daldığı düşlerin içinde sona erişleri. Bu yöntem kullanılırken düşsel olanın fazla vurgulanmaması, öyküleri olgunlaştıran başta gelen teknik başarılardan biri gibi geldi bana. Sonra zaman karıştırımları: Yazar zaman karıştırımlarını çok iyi kullanıyor. Bu da öykülere çok şey kazandırıyor. Karmaşık görünen tekniklerden yararlandığı halde öyküleri yalınlıktan kopmuyor. İyi olan bu:  
Geçişlerdeki, değişimlerdeki, karışımlardaki yumuşaklık.
          
Öyküler yer yer doğa betimlemelerinden uzak değil. Ama güzel olanı bu betimlemelerin başını alıp gitmemesi, öyle ki betimleyici tümcenin içinde başka bir şeye dönüşmesi. Bu teknik romanda daha geniş ölçüde kullanılabilecek bir tekniği muştuluyor. Toprak çok kalın çizgiler çizmekten kaçınıyor. Aynı olgunluk ile yazış özelliği cinsel betimlemelerde de var. Bu gerçek – duyarlı, duyarlı olduğu için de etkileyici – olan edebiyatın bir özelliğidir. Kalın çizgileri olan, dramatik olanı melodramın sınırlarına kadar zorlayan edebiyattan söz etmiyorum. Öykücülüğümüz gerçekten bu engelleri aşmıştır. Çoktan beri. Ama Toprak bu anlayışı gelişmiş bir noktasından yakalıyor, kendi öykü yapısında ilerilere götürüyor.
           
Toprak’ın öykülerinde beğendiğim bir yanı da klâsik öyküden kopmadan modern oluşu. Bu yapının içinde ‘anlatacak bir şeyi olması’ yer alıyor. Diyeceğim, iyi yazılmış gibi görünen ama hiçbir şey anlatmayan, anlamdan bütün bütüne kopmuş öyküler olmaması bunların. Sanırım gittikçe çeşitlenen öykücülüğümüz içinde bu eğilimleri dengelediği gibi, anlamı üzerine çok basmadan bu dengenin içinde tutuyor.
            
Her zaman öykünün yaşamdan da beslenmesine önem verdim. Yazar da bu özellik de var. Değişik yerlerde yaşamış: Almanya’da, Polonya’da. Şimdi Berlin’de yaşıyor sanıyorum. Ama öyküleri “misafir işçi” ya da “göçmen edebiyatı” değil. Doğrudan yazarın bireyselliğinin ortaya çıktığı, uluslararası edebiyatın içinde yer alıyor.
             İlk kitap çok önemlidir. İleriyi müjdeleyebilecek olan odur. Menekşe Toprak ilk kitabıyla olgunlaşmış bir öykü yazarını simgeliyor.

  

Kitap-lık Dergisi, 2007, Sayı 109