Temmuz Çocukları üzerine(Fulya Canşen)

Elli yıl önce Almanya’ya göçenlerin tek cenneti vardı Türkiye. Menekşe Toprak „“Temmuz Çocukları““ adlı kitabında bu cennet düşü ve Almanya gerçeği arasında parçalanmış ikinci kuşağın hayatını anlatıyor.

Bu yıl Türkiye’den Almanya’ya göçün ellinci yılı. Ben Almanya’da yaklaşık yirmi yıl geçirdim ve entegrasyonun konu edilmediği bir gün bile anımsamıyorum. Yirmi yıl önce Türkiyeli göçmenler „“Türk““ kavramı altında tanımlanıyordu. Sonra başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan azınlıklar da dikkate alınarak bu „“Türkiyeli““ ye dönüştü. Şimdilerde ise kısaca „“Müslüman““ olarak sınıflandırılıyorlar. Artık Almanya’ya 50 yıl önce göçen Türkiyelilerin çocukları, torunları hatta torunlarının çocukları var. Yani dördüncü kuşaktan söz edebiliriz. Almanya’daki Türkiyeli nüfusun yarısından çoğu Almanya’da doğmuş ya da yetişmiştir eminim. Ancak kamuoyunda entegrasyon kavramı altında tartışılan sorunlar pek fazla değişmedi. Yine Türkiye kökenlilerin Almanca öğrenmedikleri, yeterli eğitim almadıkları, meslek edinmediklerinden söz ediliyor. Merkez Bankası eski üyesi Thilo Sarazzin’in göçmenlerin batı değerleriyle bağdaşmayan Müslüman kültürü yüzünden entegre olamadıklarını savunduğu kitabı „“Almanya kendini yok ediyor““ Almanya’da İkinci Dünya Savaşından sonra en çok satan kitap oldu ve Sarazzin bu kitaptan Merkez Bankası’ndan kazanmayacağı kadar çok para kazandı. Almanya’nın da Türkiye’nin de göçmenlerle ilgili yaptığı en temel yanlış göçmenlerin hepsini aynı kefeye koyması ve entegrasyon tartışmasını genellemeler çerçevesinde yürütmesi.
Oysa Profesör Arnd Michael Nohl’ün Berlin Hür Üniversitesi’nde yıllar önce yaptığı bir araştırma ikinci kuşağın bile üç ayrı grup altında değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştu. İlk kuşak yani anne ve babaları gibi Alman toplumu ile fazla iç içe olmayan, Türk gelenek ve göreneklerine bağlı kalarak yaşayanlar, anne ve babalarını, onların Türkiye’den getirdikleri kültürü tamamen reddedip sadece Alman toplumu ile yaşamayı seçenler ve hem Alman hem de Türk toplumunun özelliklerini taşıyarak iki grup arasında köprü görevini üstlenenler. Profesör Nohl’e göre, en çok iki toplum arasında bağ kurmaya çalışanların işi zor. Bana göre de öyle, nitekim asimile olmayan, kendini çoğunluk toplumundan soyutlamayan bu grup gerçek entegrasyonun ne olduğunu hem Alman hem de göçmen toplumuna gösterme misyonunu da otomatik olarak üstlenmiş oluyor. İşte bu iki toplum arasında köprü kuran gruptan olduğunu düşündüğüm yazar Menekşe Toprak’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ilk romanı „“Temmuz Çocukları““ bana göre, elli yıl önce Almanya’ya göçen Türkiyelilerin nasıl heterojen bir yapıya sahip olduğunu anlatıyor.
Toprak okuyucuya, Almanya’ya bir Anadolu kasabasından göç etmiş ailenin biri Türkiye’de kalmış, biri Almanya’da yetişmiş, biri çocukluktan çıktığı bir çağda Almanya’ya gelip yine bir Türk ile evlenip orada hayatta kalmaya çalışan, biri de ömrünün yarısını Almanya yarısını da Türkiye’de geçirmiş dört çocuğunun yaşamından kesitler sunuyor. Alman titizliğiyle yaptığı uzun tasvirlerle Toprak, Türkiye ve Almanya arasında gidip geliyor. Roman kahramanları içinde Türk ile evlenen ablanın aşık olduğu sadece tek bir Alman’ın olması dikkat çekici ve entegrasyon açısından manidar. Romanda abla dışında bütün çocukların duygusal paylaşımını sonunda Türkler ile yapmayı tercih etmesi de elli yıllık göç tarihine rağmen Alman toplumunun Türkiyeli göçmenlere ne kadar açık olduğunun bir göstergesi bence. Daha önce iki öykü kitabı yayınlanan Menekşe Toprak kitaba adını veren kendi kuşağının bir bölümünü şu çarpıcı sözlerle tanımlamış: „“Her sınıfta, her okulda göçmen, Almancı çocuklar vardı demek. Garip çıbanlar““¦ Yazları ailelerinin gelmesini bekleyen, geldiklerindeyse yaşamlarının akışı değişen, kesintiye uğrayan, bir aylığına analı babalı olmanın ayrıcalığına kavuşan ama çoğunlukla bu anne babayı nereye koyacağını bilmeyen yaz çocukları. En çok da temmuz çocukları. „“ Bu çocukların anne ve babaları içinse, insanın iliklerine sinmiş çocukluk kokularını alabildiği, o kokular yumağında bayılırcasına coştuğu tek cennet var, Türkiye. Menekşe Toprak’ın ilk romanı Almanya’da elli yılını dolduran çok renkli, çok dilli, çok kültürlü ama çok az dikkate alınmış Türkiyeli göçmenlerin yaşamına bir kapı açıyor. Ben size bu kapıdan girmenizi öneririm. En azından çoğumuzun hediyelerle pay aldığı elli yıllık cennet düşünün hatırına““¦