Behçet Çelik, Valizdeki Mektup Üzerine…

KARŞILAŞMALAR

UNUTMAYA eğilimli olduğumuzu hatırlatıyor Menekşe Toprak hikâyelerinde. Unutmak istediklerimizin toplumsal ya da bireysel acılar olması bir şeyi değiştirmiyor. Aşağı yukarı aynı mekanizma işliyor; çözülmemiş sorunlar belleğin yarı karanlık taraflarına atılıyor. Unutmak istediklerimiz hiç yaşanmamış gibi sürdürmeye çalışıyoruz hayatlarımızı. Geçmişin ağırlığından kurtulmak için geliştirdiğimiz bir savunma refleksi olmalı bu eğilim. Ne var ki çözülmedikleri için yeniden karşılaşmak durumunda kalıyoruz bunlarla. Rastlantı deyip geçebilir miyiz bu karşılaşmaları? Valizdeki Mektup’taki hikâyelerin kahramanları çoğunlukla böyle karşılaşmalar yaşıyorlar. Kiminde mucizevi denebilecek “rastlantı”lar, kimindeyse hayli sıradan karşılaşmalar nedeniyle geçmişte kalmış, ya da kaldığı düşünülen olay ya da kişilerle yüzleşmek durumunda kalıyor hikâye kişileri. “Valizdeki Mektup” adlı hikâyede, toplumsal bir felaketle bireysel bir hatıranın yolları beklenmedik biçimde kesişiyor. Toplumsal felaketi yaşayanların çektikleriyle hikâye kişisinin yaşadıkları zaman, bağlam, yoğunluk olarak çok farklı olmakla birlikte, bu hikâye aralarında bir paralellik olduğunu hissettiriyor: Hayat dediğimiz şeyin keskin kırılmaların sıralanmasından oluştuğunu düşündüğümüzde, başkalarının acılarını içeriden hissedebiliyoruz. Farklılıkların acıda buluşmasının, başkasıyla aramızdaki farkın silinmesinin bir örneği de “Eve Dönüş” adlı hikâye. “Bilinmeyene Yolculuk” altbaşlığı taşıyan “Yokuştaki Kız” ve “Seçilmiş” adlı hikâyeler de, başkasını anlamak için onun acısını yakından tanımak, bilmek gerektiğini düşündüren metinler.


Menekşe Toprak’ın hikâyelerinde belirli anlarına tanık olduğumuz hayatların akışındaki keskin kırılmalar özellikle iki nedene dayanıyor diyebiliriz. Birincisi, aşkın bitmesi ya da tavsamasıyla yaşananlar; öbürüyse mekân/ortam değiştirmenin yarattığı yurtsuzluk hissi. Her ikisinde de insanın hayat çizgisi bir daha onarılamayacak biçimde kırılıveriyor. Kırılan, bükülen, sapan hayat çizgilerini “mağdur”un gözünden okurken, bu kırılmaya neden ya da vesile olmanın da ne denli kolay olduğunu fark ediyoruz. Yakın ilişkilerde insanların yaralanmaya daha açık olduğunu hissediyoruz. Başkasına içini açan biri, koruma duvarlarını kaldırmış ya da seyreltmiştir; böylesine korumasız birinin hayatını, inceliksiz, düşüncesiz küçük bir darbeyle bile altüst etmek mümkündür. Toprak’ın bazı hikâyelerinde özellikle cinsellik alanında bu sürecin nasıl yaşandığı anlatılıyor. Bütün bunların yanında, bu hikâyelerde kırılan hayat çizgilerine karşın hayatın sürebildiğine, yıkmayan şeyin insanı güçlendirdiğine, modern toplumda insanın, bu kırılmalar nedeniyle belki daha güçlü, ama giderek daha kapalı, korunaklı hale geldiğine tanık oluyoruz.


İnsanların bu kapalı hallerini tam anlamıyla açımlayan hikâyeler yazmak yerine, bu kapalılığı anlatan, okuyucuyu bu kapalılık üzerine düşünmeye çağıran hikâyeler yazmayı yeğleyen Menekşe Toprak, kimi hikâyelerindeyse bu kapalılıkların ardında gizlenen iç dünyalara bakıyor. Pek masum şeyler değil görünenler. Dışarıya yansıtılırken başka anlamlar verilen söz ve davranışların ardındaki fırsatçı, bencil ya da hazcı da denebilecek arzuları yargılamadan, doğallıklarıyla aktarıyor. Dışarıdan görünenlerin, dışarıya sunulanların “ıvır zıvır” olduğunu hatırlatan, hikâyeyi insanın yaralanmaya açık olduğu kadar, yaralamaya da uygun iç dünyasında arayan, araştıran bir yazar Menekşe Toprak.

BEHÇET ÇELİK