KULAKLARI OLANLAR İÇİN ARI FISILTILARI



Göçün bireyin dünyasında yarattığı çalkantıları, toplumsal cinsiyet dayatmalarını, doğadan kopuşun getirdiği yabancılaşma ve yalnızlık hallerini irdeleyen eserleriyle tanıdığımız Menekşe Toprak, yeni romanı Arı Fısıltıları[1] ile geçtiğimiz günlerde bir kez daha okurlarıyla buluştu. Karakterlerin iç dünyasını, yabanıl ve uyumsuz yanlarını, değişen toplumsal yapı karşısında hiçbir yere ait olamayan göçebe ruhları işlek, içten ve sade bir dille anlatan yazarın bu son romanında öncekilerden daha farklı dil, anlatı ve kurgu özellikleri denediğini görüyoruz. Yazar bu kez sözü yaşayan karakterlerden çok ölülere, doğaya ve arılara bırakmış.

Doğaya dönüş biraz da ana rahmine dönme isteği gibi okunabilir. Huzura ve güvene duyulan ihtiyaç yanı sıra kentin boğuculuğundan kurtulma arzusu çoğumuz için giderek dayanılmaz bir hal alıyor. Kentler artık çaresizliğin büyüdüğü birer cangıla dönüşürken, özlenen yalnızca sessizlik ya da dağların yaydığı huzur karşısında geçecek keyifli bir emekliliğin ötesidir. Devlet elinin uzanmadığı unutulmuş bir yerde özgürce solunacak birkaç nefesin hayalini kuruyoruz. Arı Fısıltıları’na mekan olan köy işte tam da böyle dağların gölgesinde unutulmuş küçük bir yer. Köye ölü ya da diri dönen insanların öykülerine uzanıyor Arı Fısıltıları’nın yolları. Şimdinin içine gizlenen geçmiş, kitabın sayfaları arasında genişleyerek okurun belleğinde halkalanıyor.
Doğaya dönüş neredeyse köye dönüşün ikizidir; doğup büyümesek bile ölmeyi ya da gömülmeyi istediğimiz, köklerimizin uzandığı yerlerdir köyler. Ataların mezarları, anılar, masallar, ninniler orada bizi bekler. Arı Fısıltıları’nın Derviş’i, emekli olduktan sonra köyüne dönerek bir ev inşa eder ve evin etrafındaki kıraç toprakları yeşertmek için badem ağaçları diker. Ancak bu ağaçların yaşaması ve çoğalması için arıların yardımına ihtiyacı vardır. Diğerleri Derviş kadar şanslı değildir ne yazık ki, huzursuz ruhlarını peşlerinde sürükleyen üç cenaze birbiri ardına döner köye.
Tanımlayamadığımız ancak içinde bulunduğumuz ortamdan koparak tüm sesleri sanki bir duvarın gerisinden duyduğumuz kısa kopuş anları vardır yaşantımızda. Arı Fısıltıları’nda, bedenle bilinç arasında temasın koptuğu o tuhaf kısa anların yarattığı tanıdık ama tanımsız hisse rastlıyoruz. Yazar, ruhlara ses verdiği bu bölümlerde farklı bir atmosfer yaratmayı dilin olanaklarını zorlayarak başarmış.

İlk bölümde büyük bir patlamanın ardından yaşanan kaosa ve paramparça bedenler arasında yol bulmaya çalışan Suna’nın hafif ruhuna rastlıyoruz. Ankara Tren Garı’nda, 10 Ekim 2015’de yaşanan ve 109 insanımızın yaşamını yitirdiği korkunç saldırıyı anımsatan kesitler çıkıyor karşımıza. Köye dönen ruhlardan en genci bu patlamada ölen Suna’nın tedirgin ruhudur.
Zahide ise yıllarca köyünden çok uzakta gurbette yaşamış ve ancak ölümünden sonra köyüne dönebilmiştir. Yaşarken evlatları için didinip duran Zahide Ana, ilkin ilenerek içinde bulunduğu durumu yadsır. Sonradan, hayatın devam ettiğini ve yokluğunun sandığı kadar büyük bir boşluk bırakmadığını anlar ve yeni durumunu kabullenerek diğer iki ruhun huzur bulması için tüm anaçlığı ile çabalar.
Üçüncü ruh, o köyden birine ait değildir ve ölüm nedeni diğer ikisinden farklıdır. Olcay, ne Zahide gibi eceliyle ne de Suna gibi bir patlamada ölmüştür. Adeta bu dünyadan kendi arzusu ile ayrılarak yaşamı protesto etmiştir. Son arzusu, yıllar önce konuk olarak geldiği ve unutamadığı bu köye gömülmektir, böylece sonsuza dek dağları seyredecek, doğanın bir parçası olacak ve nihayet bir yere yerleşecektir.
Ölümden sonra insanlara ne olur? Herkesin merak ettiği bu sorunun yanıtı çoğunlukla mistiğe uzanır. Menekşe Toprak, bu üç insanın ölümden sonraki hallerine ses verirken mistiğin uzağında bir yerden bakarak, ölülerin yaşayanlarla temas kuramaması sonucu şaşkın, öfkeli, tedirgin, yalnız birer ruha dönüşmesini bir metamorfoz değil sürecin devamı gibi ele alıyor.
Yazarın önceki eserlerinde de rastladığımız dağ imgesi bu kitapta yine öne çıkıyor. Arı Fısıltıları’nda dağlar en az arılar kadar romanın ana karakterlerinden. Öyle ki Olcay, o dağların hatırına oralı olmadığı köye gömülmek ister ve dağlar kıblesi olur. Anadolu’da tarih boyunca kıyımdan, zalimden ve zulümden kaçanlar dağlara sığınır, dağlar onları saklar. Derviş, onu robotlaştıran işinden emekli olarak kendini o dağların eteklerine atar. İlerleyen sayfalarda, işlerinden ihraç edildikleri için dağların kucağına dönerek farklı tarım teknikleri deneyen ve hayata tutunmaya çalışan kentli insanlarla karşılaşırız. Hatta Olcay’ın ablası Yeşim bile oralara yerleşmeyi aklından geçirir. En zor koşullarda bile yaşamak için her zaman bir yol bulunabileceğini, umudu diri tutmak gerektiğini de düşünebiliriz romanı okuyunca. Zaten ele aldığı onca korkunç olaya karşın ne yas, ne nefret ne de çaresizlik egemendir kitabın geneline.
Anadolu’nun sahip olduğu kültürel zenginlik ve çeşitlilik zamanla bir tehlike ya da tehdit gibi görülerek inançlar, etnik kökenler, diller yok edilemeye, silinmeye çalışıldı. Bu çabanın gerisinde Türk ve Sünni kimliği muteber kılarak tek tip insan yaratma gayesi ideolojik bir yönelim olarak öne çıkar. Öteki olanların payına ise ne yazık ki ölmek ya da gizlenmek düşer. Arı Fısıltıları’nda her sabah güneşi selamlayan yaşlı kadınlar, ölülerin ilk gecesinde mezarın üzerinde ateş yakanlar, inanç, dil ve kökeni nedeniyle gizlenmek zorunda kalanlar, inatla kültürlerini yaşatmaya çalışanlar vardır. Ermeniler, Zazalar, Kürtler, Alevi Türkmenler Arı Fısıltıları’nın insanlarıdır. Kadim kültürlerini, varlıklarını ve kimliklerini biraz da kuş uçmaz kervan geçmez yerlere köyler kurarak koruyabilmişlerdir. Gözden de gönülden de uzak olmaya razıdırlar yeter ki kimse gölge etmesin.
Arılar önemli bir yer tutuyor romanda, bir koloninin yaşantısından kesitler veriyor yazar. Kolonide genç bir kraliçe arı vardır artık ve eski kraliçe arı işe yaramadığı için koloniden atılır. Zahide ve kraliçe arı arasında bir koşutluk kurulabilir. Zahide, ailesinin kraliçe arısıydı ancak onun ölümüyle aile dağılıp paramparça olmadı ve yaşam devam etti, tıpkı doğada olduğu gibi.
Yedi günde kurduğu roman evreninde, kendini savunma hakkından yoksun bırakılanlara, doğaya, arılara, çiçeklere, dağlara, ölülere ses veriyor Menekşe Toprak. Başımıza gelen ye da gelecek olan tüm felaketlere karşın yaşamın devamlılığını vurgularken kulakları olanlara doğayı ve arı fısıltılarını dinlemesini salık veriyor, sakin ama kararlı bir tonla.

[1] Arı Fısıltıları, Menekşe Toprak, İletişim Yayınları, Haziran 2018

(11 Ekim 2018 tarihli Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayımlanmıştır.)

25th January, Şirvan Erciyes tarafından yayınlandı
Etiketler: ARI FISILTILARI CUMHURİYET KİTAP EKİ MENEKŞE TOPRAK İLETİŞİM YAYINLARI ŞİRVAN ERCİYES