Temmuz Çocukları üzerine Leyla Daşkaya, Taraf Kitap Şubat 2011

Uzaklara gidenler ne vakit sılaya dönerler””¦

II. Dünya savaşının ardından Almanya yeniden ayağa kalkmak ve ülkeyi yeniden inşa etmek için kapısını doğulu eski müttefikinin vatandaşlarına iş ve aş vermek için açtığında ve doğudan yoksul ve yoksun Anadolu’nun, askerlik dışında köyünden çıkmayan delikanlıları, ve hatta babalarının ve kocalarının ayak izlerinin dışında yol iz bilmeyen kadınları da geriye dönmek üzere yollara düştüğünde; Her iki ulusun sistem kuramcıları ve siyasi erkleri atılan bu küçük adımların gelecekteki etkilerini ve sonuçlarını ne denli hesap edebilmişlerdi? Mikro düzeyde tespit edilmiş bir hayatın bir bakışta tüm seyrini ele almak, muhasebesini yapmak, sonuçlarını kestirmek ne denli mümkünse, belki o kadar.
Temmuz Çocukları Menekşe Toprak’ın 2011 Ocak Yap ı Kredi Yayınları ‘ndan çıkan ilk romanı. Romanı okumaya başladığımda konusundan öte beni çeken yazarın daha önce öykü yazıyor olması, dahası kısa metinlerde hayatın sade sıradan bir kesitinin temiz bir dille anlatıla bilme kabiliyeti olan öykü yazarlarının romanlarında ne yazdıklarına olan merakımdı. Bu tutumla, her bir bölümü adlandırılmış dosyalardan oluşan metin bir türlü gözümde yapılanmadığı gibi, belli ki mutsuz bir kadının yalnızlığının dışa vurumuydu. Hele o ilk cümle “”benim hikayem burada başlamıyor”” diyen karakterin kendi olası hayatlarını kurgularken hep geri dönüşler yaparak rastlantılar sonucu oluşabilecek seçeneklerle nasıl bir kadının hayatına sahip olacağını sorgulayan iç sesinin beni bir okur olarak sıktığını dahi düşündüm. Neden böyle yapıyordu yoksa oda bir çok yalnız, yahut istediği hayatı yaşayamamış olan kadınların kalbi gibi, kader diyerek boyun eğdiği seçimlerinde rastlantının payını öğrenmek için usuna mı yalvarıyordu. Hiçbir yere ait olamamak ( “”””¦..o sokakların köşe başlarında oyunlarla geliveren ilk aşk sancıları””¦hoş geçmiş zaten hep bir efsanedir ya; ama ben başkalarının hep bu efsanelerini dinlemekle yetinen katılımsızlardan biriyim sadece . Her gün uğradığım bu sokağın, bu kahvenin bile sadece birkaç yıllık geçmişlerini tanıyorum gövdemde.”” syf.9) üzerine temellenen anlatımın, devrik ve uzun tutulmuş cümle yapısının yanı sıra yazarın kendine özgü dil kullanımı akıcı okumayı zorlaştırıyormuş gibi görünse de sahici ve samimiyetle yazılmış anlaşılır bir metin olduğunu söyleyebilirim. Keyifle ve sıkılmadan bir solukta okuduğumu itiraf etmeliyim. Romanına isabetli ad seçiminden ötürü yazara ne desem az kalır.

Evinde yabancı olanlar
Temmuz Çocukları’na sadece evinde değil her yerde yabancı olanların hikayesinin yer aldığı, darma dağın olmuş gurbetçi bir ailenin dramından beslenen bir roman demek haksızlık olur. Bir ailenin bireyleri sadece bu çekirdek topluluk içinde özne olarak kendilerine yer bulamaya çalışmazlar. İnsan olarak hayat içinde kendilerine anlam aramaya da çalışırlar. Çoğunlukla hayat tavrından ödün vermeyince, kendileriyle meşguliyetleri kan bağının bağlayıcılığını silikleştirir ve aile ötekilerden oluşan bir topluluk haline gelir.
Metin Aysu karakteriyle yolunu alıyormuş gibi görünse de yazar yapıtını sadece bir karakter üzerine kurmuyor, başat karakterleri aile bireyleri oluştururken , gerçek hayatta her ailenin içinde silik kalmış bireylerin de olması, yazarın yeterince iyi olan gerçekçi yaklaşımını ortaya koyuyor. Ana karakterlerin analizinin iyi yapılmış olması, bunun yanı sıra yan karakterlere yer verilerek okurun, sadece fertlerinin mercek altına alındığı bir ailenin dramına ve iç hesaplaşmasına odaklanmasının önüne geçiliyor. Romanda arka planı yan karakterlerin üzerinden yapılan toplumsal düzeyde yaşanan ve evrensel sorunların tespiti oluşturuyor. Yazar ana karakterleri son derece suskun bırakılıp kendi iç yolculuklarına çıkartarak gerçeklerle ve geçmişle yüzleştirirken, yan karakterlerde bu tutumunu değiştiriyor ve genellenen sorunların analizini onların üzerinden ustalıkla yapıyor. ( syf. 160 Klaus Uwe ve İranlı genç kadının arasındaki konuşmalar. Avrupa’nın fikir özgürlüklerinin doğu topluluklarını nasıl etkilediği “”İşte böyle, hepiniz, bütün dünya, el birliğiyle Mollalara destek verip Şah’ı devirdiniz ya, bakın bizde böyle sürgünlerde büyüdük”” diye çıkıştı kadın Uwe’ye)
Menekşe Toprak’ın kendi deneyimlerinden çıkışını alan romanın konusunun evrenselliği, karakter analizlerinde sergilediği gözlem yeteneği, gündelik hayatın akışını belirleyen ayrıntıları atlamaması, zaman ve mekanlarda gerçekliği sağlamış olması, dili kullanırken göstermiş olduğu çeşitlilik, cümleler kadar uzun tutulmuş olsa da okumaya ayrı bir keyif katıyor. “”( Syf 210 “”¦Söz konusu edebiyatsa, neyi anlatırsan anlat, sahicilik ve samimiyet önünde sonunda kabul görür.””””¦..) metin içinde zaman zaman yer alan bu söylemler yazarın muhtemel edebi duruşuna göndermeler olabilir.

Dönüş
Hiçbir yere ait olamayan yalnızlığı ile her şeye yabancılaşan ortanca kız Aysu , silikleşen aileden uzaklaşan büyük oğlan Yaşar, mutsuz bir çocukluk, mutsuz bir evlilik ve umutsuz bir aşkla deliren büyük kız Süheyla, Bir zamanlar giderilmemiş istekleriyle yaşlanan , bir düzen içinde hayatı, rutinin dışına taşırmayarak korunacağını sanan anne Şükriye hanım, vicdan azabını kızının hayatı üzerinden dindirmeye çalışan baba Sabri bey, görmezden gelinen tüm sorunların farkında olduğu için aileden uzakta olmayı seçen küçük oğul Aziz.
Sevgiliyi aramak için yılın son günü amaçsızca yollara düşen on beş yıl önce Süheyla’nın yürüdüğü yollarda ayak izlerini arayan Klaus’un bir biri içine geçmiş hikayesi.
Yaban ellerde sefalete yenik düşmemek için kocasıyla sırt sırta vererek çalışan Şükriye hanım hayat kavgasıyla geçen yıllar içinde, ailesini bir arada tutamadığı gibi bir gün mutlaka dönülecek memleketine de bir türlü dönememiştir. Çocukluğundan başlayan giderilmemiş istekler özlem ve kederle yaşlanmıştır.
“”Hayatında ilk kez ailesinden ve çocuklarından uzak, altı kadınla aynı odayı paylaştığı, kocasını görmeyeceği iki yıllık bir sürenin başladığı günlerde, sokağa çıkarken ne kadar kapanırsa kapansın, dişiliği üzerine dikilen herhangi bir bakışın kim bilir kimler tarafından yanlış anlaşılabileceği korkusunu yaşasa da, çocuklarına özlemi bazen dayanılmaz hale gelse de o güne kadar tatmadığı bir rahatlığı yaşıyordu. Aylar sonra, bir cumartesi günü oda arkadaşlarından biriyle alışverişe çıkarken ilk kez bacaklarını ortaya koyan bir mini etek giymiş, sokaklarda dolaşırken kaygısız olmanın, özgür ve sorumsuz davranabilmenin ne kadar kolay olduğunu kavramıştı. Şaşırmıştı buna. Güneşli havada, hiç kimseyi düşünmeden bir parkta dondurma yemenin , sere serpe oturmanın, sürekli bakışlarını yere indirerek yürümek zorunda olmamanın, belki de dünyayı erkeklerin gördüğü gözle görmenin huzuruna kapıldığını, öyle ki, kendisini bekleyen üç çocuğu olmasa, bu tanımadığı ama kadının alabildiğine rahat olduğu topluma karışıp kaybolabileceğini düşünmüştü. Kısacık anlara sığan, kısacık hafıza kayıplarıydı bunlar. Bunları mı anlatacaktı? Bazı şeyleri beklide hiç dile getirmemek daha doğru değil miydi? İtiraf edeceği bazı şeylere çare bulamadıktan sonra, onları en fazla su yüzüne çıkartıp daha da çoğaltmaz mı insan içinde?””
Menekşe Toprak hikayenin altını bir intiharla çizerek finalde vurucu bir etki yaratırken Süheyla’nın trajik ölümüyle ailenin yeniden bir araya toplanmasına olanak veriyor. bireylerin yaslı içi hesaplaşmasını dramatize etmeyerek okurun hayal gücüne bırakıyor. Sonunda bir baba olarak Sabri bey çocuk ayaklarıyla koştuğu, delikanlı terlerini akıttığı, kendi olduğu kendi gibi olanların olduğu doğduğu köyde hayatta olanları yayla evinde kaybettiklerini ise köyün mezarlığında bir araya getirmiş oluyor. Üstelik bir arada olmak için “”Temmuz”” ayını beklemeleri de gerekmiyor.
Bazen bir arada kalabilmek için ödenmesi gererken bedeller olur.Zaman zamanda bildiğimiz hikayeleri kendi cümleleriyle anlatan yazarlar olur, daha bilmediğiniz neler var der gibi.
Leyla Daşkaya Taraf Kitap Şubat 2011