Vicdanlardaki sızı

Temmuz Çocukları üzerine

Banu Yıldıran Genç, Notos Kitap, Sayı Haziran-Temmuz 2011
Temmuz Çocukları’nda göçmenlik, yabancılık, mezhep farklılığı gibi birçok sorun işlenmesine karşın, bu sorunlar karakterlerin derinliğini oluşturduğundan, okuru rahatsız etmiyor.

Temmuz Çocukları bir ilk roman. Daha önce iki öykü kitabı yayımlanan Menekşe Toprak, bu kez ustalıklı bir kurgu ve iç içe geçmiş yaşamlarla roman türüne yönelmiş.
Almanya, göçmenler, fabrikalar, çekilen sıkıntılar; tanıdığımız, bildiğimiz konular aslında. Özellikle Türk sinemasında bir dönem çekilen filmlerde bu tema yer alır, izleyici de, mutlaka tanıdığı birileri Almanya’da olduğundan, merakla izlerdi.
Edebiyattaysa önce Fakir Baykurt’la tanıdık oraları, daha sonra başka bir kuşak geldi, Almanca yazan bu nedenle Alman edebiyatına dahil olan ama Türklerden söz eden yazarlar; Renan Demirkan, Feridun Zaimoğlu vd.
Menekşe Toprak, romanın ana karakterlerinden biri olan Aysu gibi, Türkiye’da doğmuş, sonra Almanya’da okumuş, lise yıllarında tekrar Türkiye’ye dönüp üniversiteye burada devam etmiş. Romanın adı, Toprak’ın Almanya’yı anlatan yazarlardan farkını imliyor. Temmuz Çocukları, bu ayda doğan çocukları değil, anası babası Almanya’ya çalışmaya gitmiş ve geride bırakılmış çocukların temmuzdaki yıllık izin sırasında onlarla hasret gidermesini anlatıyor. Menekşe Toprak romanında hem buradan, geride bırakılmış çocuklardan; hem oradan, çocuklarından ayrılıp ölesiye çalışan ana babalardan söz ediyor. Bu bakımdan roman, en azından benim okuduğum Almanya temalı kitaplardan ayrılıyor, daha önce geride kalanların yaşadıklarını öğrenmeye pek de fırsatımız olmamıştı.
Roman iki ana başlıktan oluşuyor: “”Paralel Hayatlar”” ve “”Ölüm ve Cennet””. İlk bölümde üç koldan ilerleyen romanın eksenini 1990’lardaki Ankara oluşturuyor. Aysu, İç Anadolu’nun bir köyünde doğmuş, ablası tarafından büyütülmüş genç bir kadındır. İlkokul yıllarında anne ve babasının yanına gittiği Almanya’dan lisede dönmüş, Ankara’da ağbisi ve teyzesiyle yaşamaya başlamıştır. Çocuk yaşlarında çektiği ana babasızlık, ergenlik döneminde Almanya’da yaşadığı yabancılık ve genç kızlığında hiç bilmediği bir şehirde yaşadığı yalnızlık, Aysu’nun yaşamında, içe kapanık ve sıkılgan olmasında büyük rol oynamıştır. Duygularını döktüğü satırlar, yaşamının önemli kesitlerini anlattığı öykülere dönüşmektedir. Bu öyküler romanın kurgusunda bazen bölümleri birleştirici bazen de ayrıntıları aydınlatıcı bir öneme sahip. Aysu’nun yeni ayrıldığı sevgilisini unutma çabaları, yeni birileriyle tanışma heyecanının sürdüğü yirmi dört saatlik bir zaman dilimi, romanın ilk bölümünün Türkiye kısmını oluşturuyor.
Romanın Almanya kısmında, yine 31 Aralık’tan 1 Ocak sabahına kadar sürecek olan yirmi dört saatlik zaman diliminde, hem Aysu’nun anne ve babasının yılbaşı yalnızlıkları, hem de sonraları aile için önemi ortaya çıkacak olan Klaus’un korkaklığı anlatılıyor.
Almanya’da yaşayan birinci kuşak Türkler, Aysu’nun anne ve babası Şükriye Hanım’la Sabri Bey’dir. Yıllarca fabrikada çalışıp emekli olmuş, zamanında çocuklarını arkalarında bırakarak hasret çekmiş, bir de üstüne herkesin bir tarafa çekip gitmesiyle yalnız kalmışlardır. Kendilerini anne baba hissettiren tek çocukları Aziz’dir. Aziz, Almanya’da doğup büyümüş, Almanlarla arkadaş olabilmiş ve iş hayatına atılmış üçüncü kuşak Türkleri temsil ediyor.
Yabancılarla iş dışında görüşmemiş, Türkiye’de yaşar gibi yaşayan birinci kuşak ve özgüveni daha gelişmiş üçüncü kuşak arasındaysa romanda Süheyla’nın temsil ettiği üzere bir ikinci kuşak var. Aysu’yu büyüten abla Süheyla kırılganlığı, mutsuzluğu ve depresyonuyla ailenin zayıf halkası. Sabri Bey’in yıllarca çektiği vicdan azabına kurban olarak istemediği biriyle evlendirilir, genç kızlık yaşlarında Almanya’ya götürülür, uyum sağlayamaz, boşanır, bir Almana âşık olur, apar topar yeniden evlendirilir, yıllar süren ilaç tedavileri de böylelikle başlar.
Süheyla, ilk bölümün geçtiği yirmi dört saatlik bölümün çatısını oluşturuyor, buna karşın hep annesinin, babasının ya da Aysu’nun iç sesinden dinlediğimiz bir Süheyla var. Aslında o kimdir, ne ister, sessiz telefonlar ne demektir, bilemiyoruz. Yazar, doğru bir kararla romanın asıl kahramanını okura bırakmış.
Almanya’daki bir başka karakter Klaus, yıllar önce Süheyla’yla gizli bir ilişki yaşamış bir Alman. Süheyla’nın aşkına karşılık, bu ilişki onun için yalnızca bir kaçamak olduğundan, işlerin ciddiye bineceğini anladığı an çözümü kaçmakta bulur. Bu kaçışın nelere yol açtığından hiç haberi olmamış, haberi olsa da rahatından ve ailesinden vazgeçmeyecek kadar bencil biridir Klaus. 68’in etkin öğrencilerinden biri olmasına karşın, hayata, gidişata kendini kaptırmış, geçmişi hakkında pek de düşünmemeye çalışan korkak biri olarak çizilen Klaus, romanın en etkisiz karakterlerinden biri. Türkler hakkında doğru düzgün hiç düşünmemiş, Süheyla’yla ilişkisi varken bile onları tanımaya korkmuş, “”ülkedeki yabancılar”” olarak görmüş biri. Yılbaşı için kendisini arayan gizemli Türkü ararken, Süheyla hakkında bilinmeyenleri aydınlatmakta.
Bu üç kol romanın ilk bölümünde birleşmiyor, her bölümde her biri ayrı şeyler düşünüyorlar, yaşıyorlar. Yeni yılın ilk gününde yaşananlara dek…
İkinci bölüm “”Ölüm ve Cennet”” iki yıl sonrasını anlatıyor. Aysu, Aziz, Sabri Bey ve Şükriye Hanım, hayatlarındaki değişiklikleri, romanın gizli kahramanı Süheyla’ya borçlular. Bu borçla vicdanları temize çıkacak mı, yoksa azapları daha da mı büyüyecek, sanırım kitabın bana bıraktığı en büyük soru bu oldu.
Menekşe Toprak oldukça başarılı bir kurguyla ilerletiyor romanı. Göçmenlik, yabancılık, mezhep farklılığı gibi birçok sorunu işlemesine karşın, bu sorunlar karakterlerin derinliğini oluşturduğundan, okuru rahatsız etmiyor. Açılmayan telefonlar, kabuslarda görülen kopmuş el gibi ayrıntıları neredeyse sinematografik bir biçimde, okuyanda merak uyandıracak ve daha sonra bu merakı usulca tatmin edecek bir sistemle veriyor.
Tüm karakterlerin gün gelip de yalnız kendilerini düşünmeye başlamış olmaları, dışardan bakıldığında mutlu aile denilen kavramın aslında ne kadar sahte ve içi boş olduğunu da gösteriyor. Süheyla’yı düşündüklerinde her karakterin içini bir an için burkan vicdan azabı, ikinci dakikada yerini “”aman ne gelirdi elimizden”” gibi bir boşvermişliğe bırakıyor, üçüncü dakikadaysa hızla akan yaşamın çekiciliği üstün geliyor, o sızı unutuluveriyor. Yeni yılın sabahında düğümün çözülmesini sağlayacak olan adım, Aziz’in uzun zamandır görmediği Süheyla’dan borç istemeye niyetlenmesi. Menekşe Toprak, yalnızca bu ironiyle bile modern, yalnız ve bencil bireyleri oldukça etkili bir biçimde betimliyor.
Banu Yıldıran Genç, Notos Kitap, Haziran-Temmuz 2011