Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Menekşe Toprak, ‚Ağıtın Sonu’nda bağırmadan kurguluyor öyküsünü. Ağıdın yakıcı sesini sessiz sessiz dinletiyor. Karşımıza kendi ayakları üzerinde durduğuna -durabileceğine- inandığımız bir karakter çıkarıp dramatik öyküyü bu inancın üzerine kurguluyor. Ağlanılası değil dinlenilesi bir hikâyenin içinden geçiriyor okuyucuyu.
İnsanın vardığı yer yaşamak için yeterli gelmeyince başka türlü tamamlanmak ister bazen. Mesela bir geçmiş uydurur kendine ya da yaşanmış bir geçmişe tutunur. „Ağıtın Sonu“nun Fatma’sı da bu geçmişe tutunmaya çalışan bir karakter. Vaktiyle kazandığı bir yüksek lisans bursuyla Almanya’ya gidip on yıla yakın oradaki bir şirkette çalışır. Kriz sonucunda işsiz kalınca İstanbul’a döner. “Ayak bağı” yok gibidir başlarda. Sıkı bir dostu, akrabası, sevgilisi yoktur. Ama romanının içine aktığı “lodos” işleri bambaşka bir yere taşır. Zaten Fatma da “Ne olduysa lodos yüzünden oldu” diye düşünür sonraları. Fırtınalı bir havada adaya tıkılıp kaldığında bilmediği bir yola sapar. O yol Fatma’yı aşka, endişeye, özleme uyandırır. Çocukluğunu amca evinde, anne babasız geçirmiş, ergenliği annesine öfke beslemiş, bütün başarılarını kendi çabasıyla elde etmiş biridir. Kanadının bir yanı kırık, öbür yanı zırhlı bir kuş misali özgürlüğüne uçmaya çalışır. Fakat kırık yanı onarmadıkça yürüyemez, uçamaz olur. O vakit bir yol arar kendine. İşsizliğini, gelecek kaygısını bir yana bırakıp geçmişine doğru gitmeye başlar.
Kendini buldukça, geçmişine değdikçe güçsüzleşen, yaşama sevincini yitiren biri gibi gözükürken aslında hayata tutunmak, tek başına hissederken geçmişine dönüp güç almak arzusunda bir karakter var karşımızda. Yıllar sonra döndüğü İstanbul’la kurduğu ilişki tek başına yeterli gelmeyince, eski aşkına, arkadaşlarına, annesine ve hayata tutunmasına yardım edecek herkese değmek istemesi de bundan.
Çocukluğuna çok şey sığmış biri. Alevi ve Kürt bir kimliğin çocukluk zamanında yaşattıkları, babasının siyasi bir cinayete kurban gitmesi, kot taşlama işçileri, romanın altından usulca akan toplumsal gerçekler. Bağırmadan kurguluyor öyküsünü yazar. Ağıdın yakıcı sesini sessiz sessiz dinletiyor. Karşımıza kendi ayakları üzerinde durduğuna -durabileceğine- inandığımız bir karakter çıkarıp dramatik öyküyü bu inancın üzerine kurguluyor. Ağlanılası değil dinlenilesi bir hikâyenin içinden geçiriyor okuyucuyu.
Yazar, başka karakterler de çıkarıyor karşımıza. Onlara da hikâyeler biçiyor, arzular yaratıyor. Örneğin Fatma’nın erkek kardeşi Serkan çok etkili giriyor romana. Varlığı fazlasıyla hissettiriliyor. Ne yaptığı, ne yapmak istediği, tarzı, tavrı ortaya konuluyor. Okuyucuyla arasında bir bağ kurduracak kadar dikkati üzerine çekiyor. Fakat Fatma evden uzaklaştığı an, o da çok uzağımızda kalıyor. Çünkü ana karakterimiz Fatma ve biz onun görebildiği kadar görüyoruz Serkan’ı elbet. Ama hikâye kendi zamanını akıtırken biz paralel akıştan da kopamıyoruz. Zihnimiz “diğerleri”ni de arıyor. Bahar’ı, Nevin’i, Erhan’ı çokça da Nurcan’ı merak ediyoruz. Hepsi Fatma’dan ayrı bize kendini anlatsın, hikâyeleri bir yere bağlansın diye bekliyoruz. Sanki yazar bizi onlarla tanıştırıp sonra da onları bizden kaçırıyor.
“Galiba gerçekliğin olası imkânları etrafındaki hayalleri seviyor, o hayalleri kendine yakın buluyordu.” diyor kitabın anlatıcısı Fatma için. Karakterin hayalle kurduğu ilişki güçlü olsa da hep bir gerçeklik içinde kuruyor olması, tabir yerindeyse ayağı yere sağlam basan hayaller içinde gezinmesi de bundan. Ama buna rağmen hayal kırıklıkları bitmiyor Fatma’nın. Barış’la aynı masada oturduğu an olanlar imgelemindeki eski görüntünün nasıl da hızla silindiğini, görmeyi umduğu delikanlıyı ne yaparsa yapsın bulamayacağını gösteriyor. Gerçeklikle bağı güçlü olsa da hiçbir şeyi zihninde kurduğu gibi bulamaması, romanın arasına sızmış masalla bağını ortaya koyuyor. Karakter gerçekliği içinde akan hikâye, karşımıza sürpriz masallar çıkarıyor. Bu masalları Fatma’nın çocukluğundan, hayatındaki yaşlı kadınlardan, dedesinden, mahallesinden ve kendi kadınlığından bağımsız okumak mümkün değil. Zorluklara katlanmak noktasında soluk almalık bir alan belki de bu masallar. Çünkü kadınlar için zor bir hayat okuması da yaptırıyor kitap. Fatma ve annesi, Gülay, Nurcan, Nevin, Naira Hanım ve hatta masalın Dilnaz’ı yani romanın karşımıza çıkardığı bütün kadınlar bir boşluk tutuyor içinde. Fatma adını koyuyor ve geçmiş diyor o boşluğa. Sonrası orayı doldurma uğraşıyla geçiyor. Doldurdukça eksiltiyor, eksilttikçe tamamlanıyor. Her şekilde varlık sürdürebilme kabiliyeti, onu güçlü kılarken geçmişe dalıp geleceğini de ihmal etmiyor Fatma. Çünkü „Ağıtın Sonu“ geçmişi, şimdi ve geleceği alıyor içine.
Die Kommentarfunktion wurde geschlossen, aber Trackbacks und Pingbacks sind noch offen.